Doğum…

Çok güzel bir doğum hikayem var –bence tabii-.
Cuma günü Gaye hafif sancısı olduğu için doğum iznine ayrılacağı günün sabah apar topar eve gidince anılarım canlandı. Kendisinden doğuma gittiği haberini bekliyorduk ama Nil hanım biraz daha beklemeye karar verdi..
2009 yılı, 8 ağustos Cumartesi günü, doğum iznine çıktıktan iki hafta sonra, akşamüstü hafif bir sancı geldi. İlk hamileliğim olduğu için doğum sancısı nasıldır bilmem ama ağrı tariflenen şeye tam olarak uyuyordu. Hemen Müfit’e söyledim; “sanırım Ege geliyor”
Doktorum Aylin Keriş gittiğimiz son kontrolde, sancılar başladığında saymamı, 10 dakikada 3 sancı olduğunda harekete geçmemiz gerektiğini söylemişti. Biz de aldık elimize kağıdı kalemi gelen her sancının dakikasını, şiddetini not etmeye başladık.
Sancı şiddetini arttırmaya, aralıklar kısalmaya başladı. Saat 20:00 olduğunda sancılar –kendimce- çok şiddetli olduğunda doktorumu aradım, her zamanki sakin sesi ile sürecin daha başında olduğumu, hastaneye bile gitmemiz gerekmediğini söyledi ve duşumu alıp evde uzanmamı tavsiye etti.
Doktorumun bir dediğini iki etmeyen bir hasta olarak nefes alıp vererek, dayanmaya çalışarak 3 saate yakın zaman geçirdim. Sancıların çok şiddetlendiğinde doktorumla 45 dakika sonra buluşmak için sözleştik.
Saat 23:00 civarıydı, ben sancıdan belimi bile doğrultamazken, doğum çantam, çikolatalar için yaptırdığım özel tahta puset, fotoğraf makinesi, kamera ellerimiz, kollarımız dolu bir şekilde arabamıza bindik. Pompacıların hayret dolu bakışları altında her şey normalmiş gibi arabaya benzin aldık, para çektik ve yola koyulduk.
Hamileliğim süresince hangi hastanede doğum yapsam diye düşündüğümde Amerikan tercih listemin her zaman sonunda oldu; gün ortasında ya da iş çıkışında sancılanırsam Nişantaşı’nın göbeğindeki hastaneye hiçbir şekilde ulaşamazmışım gibi gelirdi. Gelin görün ki biz yollara düştüğümüzde saat gece yarısına geliyordu ve hem TEM’de hem de E5’te deli gibi trafik vardı. Filmlerde gördüğümüz klasik doğuma yetişme telaşını birebir yaşadık diyebilirim. E5’in Mecidiyeköy çıkışında bildiğiniz gündüz trafiği vardı, aksi gibi önümüzdeki arabanın şoförü de olabilecek en ağır şekilde hareket ediyordu, çevremizdeki herkes olayın vehametini anladı, herkes aynı anda kornasına bastı, ben de ağrının verdiği adrenalinle arabadan inmek üzereydim ki araba ilerledi. -Her zaman yol verir, özen gösterirdim ama o günden sonra trafikte kalan ambulans gördüğümde içim titrer…-
Ben düz oturamadığım için hafif yana kaykılmış, bir yandan ayağımla arabayı döverken bir yandan da camın hemen üzerindeki tutma yerini koparmak üzereyken Florence Nightingale’in ACİL kapısına geldik. İçeri girdiğimizde sanırım saat 23:50 civarıydı.
Acil kapısındaki tekerlekli sandalye ile oda arası bende hala flu; Müfit’in demesine göre “yalvarırım bana bir şeyler verin” diye bağırıyormuşum
Odaya yattığımda sancılar dayanılmayacak noktaya gelmişti; hemşirelerin karnıma dokunması bile sancıyı artırıyordu sanki. Doktorum gelince bir nebze rahatladım, Aylin Hanım’ın hemen ardından anestezistimiz de geldi. Ege’nin kalp atışlarını dinlediler, yavaşladığını görünce odada bir panik havası esti. Bana hissettirmemeye çalıştıkları bir şey olduğunu anlıyordum ama didikleyecek gücüm de yoktu. Hemen oksijen verdiler ve epidüral için hazırlıklara başladılar.
Epidürali duyduğumda tedirgin olmuştum açıkçası; ya kıpırdamadan duramazsam, ya bir aksilik olursa diye kafamda bir ton soru vardı. Ama yapılacak işlemin sancılarımı gidereceğini bilmek beni kuzuya çevirdi; yatakta doğruldum, ayağımı basabilmem için hemen bir sehpa çektiler, sarılmam için yastık verdiler; ben de tarif edildiği gibi omurgama kavis verdim. Anlatılan bacağa doğru yayılacak elektrik gibi bir şey kesinlikle hissetmedim. Epidüral takıldıktan hemen sonra gelen sancıyı da aynı acı ile yaşadım ama sonrasında acı yavaş yavaş azaldı. Sanıyorum tüm bu süreç 10 dakikadan fazla sürmedi. Zaten çok da beklemeden beni doğumhaneye aldılar.
Epidüral etkisini tamamen gösterdiği için acım kalmamıştı; sancı geldiğini karnımdaki kasılmadan anlıyordum ama acı hissetmiyordum. Acı yerini heyecana bıraktı, sedye ile doğumhaneye giderken yaşadığım duyguları anlatmam mümkün değil; biraz heyecan, hafif bir korku, tatlı bir bilinmezlik, garip bir mutluluk…
9 Ağustos Pazar günü sabaha karşı 01.17’de Ege doğdu…
Doğum anı ve sonrasındaki bir saat için kitap yazılabilir sanıyorum.
Doğduğu an sağlıklı olduğunu görünce insan çok yüksek bir yerden boşluğa bırakılmış gibi hissediyor, garip bir rahatlama hissi. O ana kadar en önemli şey bebeğin sağlıkla doğması. Sonrasında da insan dünyaya yabancılaşıyor. Sanki kendinden de uzaklaşıyor ve her şeyi dışarıdan seyrediyor, o anları sanki bir başkası yaşıyor.
Doğum daha önce yaptığımız hiçbir şeye benzemiyor; bir canlı dünyaya getiriyoruz, minicik, dünyayı umursamadan ağlayan, yanınıza gelince memeye meğil eden, mis gibi kokan, annesini ilk andan itibaren tanıyan, sadece annesine değil, çevresindeki herkese pozitif elektrik saçan bir canlı..
Üzerinden iki yıl geçmesine rağmen hala bu satırları yazarken gözlerim doluyor..
Öyle bir canlı işte..

Advertisement
Posted in Uncategorized | Leave a comment

Bebekle teknede tatil

Bizi tanıyanlar her fırsatta teknemizde tatil yaptığımızı bilirler. Ağustos ayında 2 yaşına basacak olan oğlum Ege ile de bugüne kadar farklı zamanlarda 5 kez teknemizde tatil yaptık. Bu tatillerimizin 3 tanesinde bebeği olan başka arkadaşlarımız da bizimle birlikteydi.

İlk tekne tatilimizde oğlum 2 aylıktı. Henüz hamileyken oğlumuz doğduktan sonra onu da alır tekneye gideriz diye plan yapmıştık. O zaman planımızdan bahsettiğimiz hemen hemen herkes bize “çılgın” anne- baba yakıştırması yapmış, 2 aylık bebekle tekneye tatile gitmenin kesinlikle delilik olduğunu söylemişti.

Söylenenlere aldırmadan aldık oğlumuzu gittik tabii..Ekim ayıydı, hava ne soğuk ne  de sıcaktı. Havanın temizliğinden ve ortamın sakinliğinden olsa gerek oğlumuz ilk defa teknede 7 saat kesintisiz uyudu. Bütün gün ana kucağında oturdu, gölgede keyif yaptı hatta denize bile girdi. Açık havada uyudu, rahat rahat emdi. O uyurken de biz denize girdik. Akşamları biz dışarıda otururken o kamarada uyudu, demirlediğimiz koylarda “çıt” bile çıkmadığından uyandığında sesini rahatça duyuyor, hemen yanına koşabiliyorduk. Telsiz bile kullanmamıza gerek kalmadı. Ne biz tatilimizden fedakarlık yapmak zorunda kaldık ne de Ege’nin düzenini bozduk.

İkinci tatilimizde Ege 9 aylıktı. Yürümediği için bir önceki tatilinden çok çok farklı değildi, emekleme çabaları içindeydi, antrenmanlarını da bizim yanımızda minderlerde yaptı. En temel fark anne sütü ile birlikte katı gıdaya da aldığı için ona özel yemek pişirilmesi oldu.

Ege 11 aylıkken tekneye gidişimiz biraz sürpriz oldu aslında. Planımız Çeşme’de tatil yapmaktı, arkadaşlarımızın sahibi olduğu butik otele gitme kararı aldık. Otelin kumsala uzak olması, her yere araba ile gitmek zorunda olmamız, sabah otelden çıkarken tüm gün için gerekli olan malzemeleri alma telaşı, velhasıl bir valiz ile yollara dökülmemiz, Ege’nin kumda rahat edememesi vs. derken, Alaçatı’da surf tatilinin bize uygun olmadığında karar verdik 2. günün sonunda Bodrum’a doğru yola çıktık ve tatilimize teknede devam ettik.

Sonraki iki tatilimizde Ege yürüyordu. Belki de anne babaları en çok korkutan dönem bu dönem. Bebeğin düşmesi, rahat rahat yürüyememesi, ona uygun yemek yapılamaması, çok sıcakta korunamaması vs. gibi çekinceleri oluyor ebeveynlerin.

Tabii ki Ege ayakta olduğu müddetçe ben, Müfit ve ya ablamız Gönül  Ege’nin yanındaydı, gözümüz hep üstündeydi. Ancak düşünün ki bebeğiniz yürümeye başladığında nerede olursanız olun tüm dikkatinizin üzerinde olması gerekiyor; evimizde bile odada kendi başına bırakmıyoruz. Teknede ona güvenli geniş alanlar yaratmak ve onu uzaktan kollayarak kendini serbest hissetmesini sağlamak da mümkün.

Yemek konusunda gelince; teknelerde evdeki mutfakta olan her tülü sistem mevcut. Yaş pastadan, balık çorbasına kadar evde pişebilen her şeyi teknede aşçınızdan isteyebilirsiniz. Hatta alış veriş listenize organik, doğal tarım vs. gibi bebeğinize özel malzemeler koyup ona özel ayrı menüler talep edebilirsiniz.

Sıcak konusunda gelince; her şartta bebeklerimizi 11:00-16:00 arasında direkt güneşe çıkarmamalıyız. Teknelerin ön ve arka güvertelerinde geniş tenteli alanlar mevcut. Orada da oturmak istemiyorsak kamaralarda, teknenin salonunda oyunlar oynayarak bebeğinizi oyalayabilirsiniz. Sabah ve öğleden sonra da uygun bir güneş koruyucu ile bebeğinize güvenle güneş banyosu yaptırabilirsiniz.

Deniz-su nasıl bizler için terapiyse çocuklar için de aynı rahatlatıcı etkiye sahip. Her tülü güvenlik önlemini almak kaydıyla suda hem çok eğleniyorlar hem de bol enerji harcadıkları için iştahları açılıyor, uykuları düzene giriyor.

Sonuç olarak biz de bebeğimiz de teknede yaşamaya alıştı. Denizi seven tüm anne babaların denemesini tavsiye ederim. Uygun bir tekne ve iyi bir personelle iyi deneyimler yaşayacağınıza inanıyorum.

Bir de avantajlar listesi hazırladım, yazımın özeti gibi olduJ

  • Teknedeyken denize girmek için çanta hazırlamanıza gerek kalmaz. Bebeğinizin altını değiştirmek için bile iki basamakla kamaranıza inmeniz yeterlidir.
  • Yedek kıyafetler kamarada, her daim elinizin altındadır.
  • Bebek ne yemeli gibi bir sorununuz olmaz, günün başında 3 öğün için aşçıya isteklerinizi söyleyebilir, özel yemekler pişirilmesini sağlayabilirsiniz.
  • Bebeğiniz uyurken denize girebilirsiniz. Teknedeki personel en ufak bir seste/durumda sizi çağırabilir.
  • Bebeğiniz emekliyorsa, yerde onun için tehlikeli olabilecek hiçbir yabancı cisim olmaz, sabah ve akşam güverteler yıkanır, ya da yıkanmasını isteyebilirsiniz.
  • Teknede uzun akşam yemekleri yiyebilir, yemek sonrası sofra keyfi yapabilirsiniz-yiyip kalkmak zorunda kalmazsınız- . Bebeğiniz ya yanınızda pusetinde ya da kamarasında uyuyabilir.
  • Teknede gece çok geç yatılmadığı için sabah da erken kalkılır, tatilde bile bebeğinizi yatma-kalkma ritmine uyum sağlayabilirsiniz.
  • Denizde hafif sallanan tekne, kesin sessizlik ve temiz hava bebeğinizin rahat uyumasını sağlar.
  • Gün boyu güneşte ve denizde enerji harcayan bebeğinizin iştahı açılır, yemeklerini rahat yer.
Posted in Uncategorized | 1 Comment

İlk saç tıraşı

egemania.blogspot adresim hala kapalı,  yüzden buradan devam ediyoruz efenim…

Doğduğundan beri saçlarını kestirmediğimiz için çevremizden bayağı tepki alıyorduk:) Gözüne gelmesin diye toka takmaya başladığımızdan beri de Ege için “kız mı?” diye soranların sayısı da gittikçe artmaya başlamıştı. Uzun saça yabancı değiliz, baba ve amca da uzun saçlı olduğundan Ege’nin atkuyruğu ile dolaşması da bizim için hiç anormal değildi. Ama yavaş yavaş ooğlumun konforu bozulduğu, sürekli saçını düzelmek istediği için artık kestirelim dedik:)

Rutin doktor kontrolünden çıktıktan sonra kuaföre gitmeye karar verdik. Kontrolde biraz mızmızlandı, aşıyı da olup çılgınlar gibi ağlayaınca kesim sırasında ortalığı birbirine katar sandık. Artık ertafında olup biten herşeyi anlamaya başlamışken elinde makasla bir abinin ona yaklaşmasına izin vermez sanmıştım:)

Ege köpekli önlüğü giyip koltuğa çıktığında müthiş bir soğukkanlılıkla Saim abisinin  saçlarını kesmesini aynadan seyretti, gıkını bile çıkartmadı. Hatta sanırım o da saçlarından sıkılmış, biraz değişiklik arıyordu ki, sonuçtan memnun kaldığını gülücükleriyle gösterdi:)

Kesilen hemen hemen tüm saçları topladım tabii..Güzel bir düzenleme ile çerçeveletip Ege’nin odasına asacağım.

Posted in Uncategorized | Leave a comment

Oh be bahar geldi sonunda:)

Sonunda havalar ısındı. Ege kışı evde geçirdi sayılmaz, sitede bizden çok eşi dostu olduğu için hemen hemen her gün dışarı çıktı, arkadaşlarına ev ziyaretine gitti. Hatta bir gün de Gymboree’de yaşıtlarıyla oynadı ama havaların ısınmasıyla hayatı daha da bir renklendi oğlumun.

Eriş family ile pazar sabah kahvaltıya gitmeye karar verdik. Cumartesi akşamı da uzun uzun çocuklarla ile nerede rahat ederiz diye araştırma yaptık; Bahar Country de karar kıldık. Bir önceki haftanın alışkanlığı ile sıkı sıkı giyindik ve evden çıktık. Bahçede masaya oturduğumuzda ” biraz serin mi ne” derken güneş yükseldikçe hava ısınmaya başladı ve sonunda t.shirtlerimizle kaldık.

Mekan harikaydı; yani çocuklu bir ailenin hemen hemen bütün gününü geçirebileceği bir yerdi. Kocaman bir çimenlik, salıncaklar, kaydıraklar, köpekler hatta kazlar:)

Ege de hemen hemen herkesin oyuncağı ile oynayarak top peşinde harika bir gün geçirdi. Sözün özü; güneş gibisi yok!!

Posted in Uncategorized | Leave a comment

Ohh be!

Bloguma son yazımı geçtiğimiz hafta yazmıştım; ondan önceki yazım da sanırım taa Eylül’de yazılmıştı. Yani çok da her dakika yazan, her aklına geleni not eden biri değilim. Ama blogspot’a erişim engellendiğinde kendimi gerçekten çok kötü hissettim; tipik bir “birşeyin değerini kaybedince anlama” sendromu..Günler ilerledikçe de yazdığın ama kopyalamadığın yazılara ulaşamadığın için duyduğun üzüntü..Kendini ifade edememe sıkıntısı; rüyada bağırmak isteyip bağıramama, koşmak isteyip koşamama durumu..neyse uzatmayalım çok sinir bir durum..
susturulmak her şekilde kötü..
bu böyle biline..

Posted in Uncategorized | Leave a comment

Hello world!

Welcome to WordPress.com. This is your first post. Edit or delete it and start blogging!

Posted in Uncategorized | 1 Comment